13 Mart 2010 Cumartesi

'Bir ışın kılıcı filmi' strikes back xD

Oh, well since now that I'm sure we have foreign readers here I will break a consisting rule of mine and write one more in English. (All the fellow previous readers btw hello again =)) Now because of that particular video went through the places I cannot even imagine - which I learn afterwards by someone telling me something like 'so you are that guy with the lightsaber' I decided to make the second video quicker than I have thought before; I assure you people it won't be like the first prototype, more CGI effects will be used, it will be a hell lot longer (5 min ?) and quite a surprise will be waiting for you in the end. (I also wish that John Clarkson to be alive, so that I would use his amazing voice in the opening of the video, but that pray remains unanswered.)

Now about the unstoppable 'how do you...' questions. I can only say 'refer to internet'. Lots and lots of data there, and to be able to do the same thing will take only about 1-2 days depending on your familiarity with computers. Moreover if you really love star wars that much (full credit shall go to Mr. Lucas in this case, but I can't stop wondering how much he made with the whole thing; movies, toys, games, books etc...xD) you should learn how to do it. It is easy to find many tutorials over this particular subject.

The cast decided themselves, avoiding me to create any fake auditions to laugh a while. Thus we will have 3-4 people casting and to be able to record better, I will use a 720p cam with 60fps, that way we will have a better resolution and a better editing. In the same time, I will try to do my best with mavidomates; I haven't decided what to do with it exactly, but I have several ideas which seem reasonable now.

Lets see...Its really late here and I need to get some rest; yet let's give closing message since I won't be able to write here until the video is complete - I completed the other things though - and after that the blog will dangle on the edge of a knife; I will seriously consider whether to shut the whole thing down after mavidomates starts to fully operate. For all of the people who wants to know, Timur Chat is ready, it is operating when I want it to; and the project got full credit with congratulations from its responsible lecture.

In case I don't see ya, good afternoon, good evening, and good night :) So long people; hopefully see you all in Poland, Czech Republic, Moscow, USA, Italy =)

edit:
- order of the countries is completely random -
edit 2:
-I'd have chosen italy and prague over all of them yet this is life you can't decide everything by yourself -
edit 3:
-ok, made you promise! this is the last edit: "life is life na naaa na na na life is life na naa na na na!"-

23 Aralık 2009 Çarşamba

Toruk Macto

------------Spoiler Alert------------

Bütün hayatım boyunca bir kaç film haricinde vizyondayken tekrar tekrar gittiğim film olmamıştır. 'Eternal Sunshine of the Spotless Mind' mesela, 'Titanic', 'Cumhuriyet' bunların her birine 2 veya daha fazla defa gittim. Soundtrack hastası bir insan olarak Hans Zimmer, James Horner, John Williams (hadi Klaus Badelt de POTC ile) en beğendiğim isimlerdir. Şimdi en basitçe açıklamak gerekirse James Horner ve James Cameron'un bir araya geldiği film Titanic, hala dünya gişelerinde hasılat rekorunu elinde bulundurmaktadır (1 milyar doların üzerinde) ve eminim çoğunuz hatırlayacaksınız ki Titanic 11 oskar heykelciği ile dünya rekorunu "Ben Hur" ve "LOTR Return of the King" ile paylaşıyor. Hal böyle olunca insanın Avatar filminden beklentisi hayli yüksek oluyor ki zaten 9 oscar nomination alabileceği söylendi sadece şimdilik. Üstüne yetmezmiş gibi bir de Cameron efsanesinin kendi kameralarını tasarladığı, filmin grafiklerinin render edilmesi için data çiftliklerinin kurulduğu, ve elde edilen rendering sırasında 1 PB (=~ 1000000 GB) dataya ulaşıldığı iddiaları geçince merakımız iyice yükselmişti. Gelelim filme...

Eğer birazcık sinemaya saygınız varsa, bu filme gidin. 3D gidin, arkada çalan müziğin size arada sırada nasıl da Titanic'i anımsattığını dinleyin, James Horner'a saygı duyun. Filmleri bütün olarak değerlendirmek gerek diye düşünüyorum, müziğinden senaryosuna, oyunculuklardan efektlere; gerçekten falso aradım ve bulamadım. Sinemada özlediğim tarzda bir şey izlemek çok güzeldi gerçekten, bundan önce Tim Burton keyiflendiriyordu günümüzü (9'u da izleyin! ve alice in wonderland geliyo mesela) ama bu tarzda, hem görsel şölen hem senaryo keyfi, hem de işitsel şölen sanırım LOTR'den beri yoktu ortalıkta. Her ne kadar Peter Jackson'ı bende sıkı LOTR fanları gibi çok eleştirsem de (hikayeye sadık kalmadığı çok fazla yer vardı) bize gerçek anlamda keyifli bir film izletmişti. Öte yandan James Cameron'un bütün dünyayı gerçekten tasarladığı söyleniyor, yani filmde Pandora diye geçen gezegenin büyük bir bölümünü ciddi ciddi oturup hazırlamış. Ha belki bunu bilmiyosunuzdur diye de ekleyim Titanic filminde Jack'in Rose'a ait portreyi çizdiği sahnede çizen kişi de James Cameron imiş.
Gelelim spoilerlere. Toruk Macto gibi bir şeyi düşünen arkadaşı tebrik ediyorum, kesinlikle mükemmel bir fikir olmuş. Sorun şurda ki tahmin edilebiliyor. Filmin başından itibaren Toruk ve o kaplanımsı yaratığa birilerinin Saheylu yapcağı belliydi. Mesela Grace Tree of Souls'un yamacında yatarken, bir bedenden diğerine aktarılabildiğini öğrendik; ki onu da Jake'de deneyecekleri çok aşikardı. Na'vi leri çok sevdim, aslında yaşanacak şekilde yaşıyor elemanlar, etrafındaki hiç bir şeyi yok etmeden, bütün bir beraberlik içinde. Albayın ölmesi çok uzadı, anladık sonuna kadar savaşan bir tip, ama yine de o kadar uzatmak anlamsızdı. (o kadar seviyoruz dedik James Cameron'u şimdi biraz eleştirelim di mi? =D) Ha mesela Jake'in dua ettiği sahne çok güzeldi, "probably I'm just talking to a tree" diye başlayan ve "bizim dünyamızda hiç yeşillik kalmadı, hepsini hallettik" diye devam eden. Sonra mesela ilk İkran'ı seçme sahnesi de süper hazırlanmış. İkranların seçim şeklini de çok beğendim, eğer seni öldürmeye çalışıyorsa seni istiyo demektir gibi bişi olmuş :D Ben gece seansında da gittim, gündüz seansında da gittim, mümkünse gece gidin, ordan çıktıktan sonra her yer sessiz oluyo, ya şurda bi İkran olsa da saheylu yapsam diyosunuz :P Geyik olarak "iyi bari uyum sorunu yaşamadı birinden diğerine geçerken", "o ne la USB gibi", "ya o port kapalıysa" gibi saçma sapan şeyler de yapabilirsiniz ama yapmayın! Iknimaya dağları'nı Peter Pan's neverland gibi hazırlamışlar, o müzikle beraber orayı görünce gerçekten insanın gözleri doluyor :)

James Cameron film yapmakla da yetinmemiş, pandora gezegenini anlatan birkaç tane kitap hazırlamış bunları amazon.com da avatar diye aratarak mümkün. Düşünsenize sinemaya durmadan böyle filmler geldiğini :)

Unutmadan:

I see you.

------------Spoiler Alert Bitti :)------------

Bu uzun bir zaman dilimi içerisinde buraya yazabileceğim son yazı olucak. (belki 3-4 ay gibi) Elimde o kadar çok yarım yazı birikti ki onları tamamlamadan buraya tekrar yazmak istemiyorum; 2010 bu yazıyı okuyan herkese oyuncaklar kadar güzel günler getirsin diyorum (evet hala seviyorum oyuncakları alla alla)ve uzunca bir süreliğine hoşçakalın diyorum. :P


7 Aralık 2009 Pazartesi

Kelebekleri İtmeyin!

Buna söyleyecek hiç bir sözüm, yorumum, hiçbir şeyim yok. I rest my case diyorum sadece.

Kelebekleri İtmeyin...

Adam fısıldadı: "Tanrım konuş benimle."
Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
Ama adam duymadı.
Sonra adam bağırdı:
"Tanrım, konuş benimle."
Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
Ama adam dinlemedi onu.
Adam etrafına bakındı ve,
"Tanrım seni görmeme izin ver!" dedi.
Ve bir yıldız parladı gökyüzünde.
Ama adam farkına varmadı.
Ve yüksek sesle haykırdı:
"Tanrım bana bir mucize göster."
Ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
Ama adam bunu bilemedi.
Sonra çaresizlik içinde sızlandı:
"Dokun bana Tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla, ne olur!"
Bir kelebek kondu adamın omzuna.
Ve adam kelebeği, elinin tersiyle uzaklaştırdı...

Bütün dünya dergisi

3 Aralık 2009 Perşembe

Deşifre - Optimizasyon - Tahmin - Rüya Tabirleri

Şimdi önce heyecanlanma. Hikayeye çevirdim her şeyi, güzel güzel okuyabileceksin bak ne güzel. Üstelik başlıktaki her şeyi nasıl sığdırdık bir telefon konuşmasına :) Aslında önce çok harika bir hikaye çıktı; ama takıldım bir yerinde ben de buna çevirdim. Hadi bakalım...

------------------------------
"Söyle" dedi Jasper. "Kararsızım, ve çok yoruldum artık bu kovalamacadan...Üstelik gökten üzerime saçmalık yağıyor, hiçbir şeye anlam veremeyen bir hale geldim". David ilk defa bu kadar tuhaf görüyordu onu belki de; teoride kardeşti onlar, doğumlarına yardımcı olan kişi aynıydı. "İnsan hayatında vazgeçilmezlerin sayısı arttıkça yoruluyorum David, eğer her şeyi bir kenara bırakabilsem seçeneklerim çok daha az olacaktı".

"Optimizasyon" dedi David hiç istifini bozmadan. Yaptığı işi seviyordu; üstelik zekiydi de; laplace'ın şeytanı olmak kolay değildi. "Bu sorunun cevabı çok basit, optimizasyon" dedi. "Tabi ki herkesi her şeyi bırakmayacaksın; ama nelerin vazgeçilmez olduğuna daha dikkat etmen lazım belki de" dedi. "İnsan bir karar verdikten sonra, onu başka bir seçeneğe yönlendirmek kulağa hakaret gibi geliyor Jasper biliyorum; ama bazen en iyisini göremiyoruz". Jasper telefonun diğer ucunda gülümsüyordu; açıklama çok hoşuna gitmişti ama geceye damgasını vuracak sohbetin gerçekleşmesine yirmi dakika daha vardı.

Her ne kadar ikisi de kişilerle ve olaylarla ilgili yaptıkları tahminlerde veya öngörülerde nadiren yanılmış olsa da ikisi de neyin nereye gideceğini bilmiyorlardı. Bu günün insanlarının "altıncı his" diye yorumladığı his, ikisinde de bolca vardı; öyle ki tahmin edilmesi gerçekten güç şeyleri belki sallamayla :) belki de gerçekten görerek; yaşanmadan önce, konuşulmadan önce, duyulmadan önce hissedebilmişlerdi. Ancak bu defa durum farklıydı, ikisinin de daha önce yanıldığı; üstelik Jasper'ın belki de hayatında ilk ve tek defa yanılmış olmayı istediği bir konu vardı. Bir kişi nasıl yanılmayı isteyebilirdi ki ? Elbette bu iki kaçık da kaçınılmaz şeylerin olduğunu kabullenmişti çok önceden; ancak asla tahmin etmeyi bırakmamışlardı, ve hep doğru tahminleri gösteriyordu ibre. İkisi kafa kafaya verse, biraz daha yardımla lotodan tamı tamına 3 milyon dolar :) kazanıp faiziyle yaşarlardı. Hem tahminler ne gibi bir zarar verebilirdi ki, sadece gördüklerini söylüyolardı, akıllarına o an gelen şey doğru oluyordu çünkü genelde. İkisinin de yanıldığı çok çok nadir vakalar da olmuştu evet; ama sadece gülmüşlerdi o nadir vakalara. Sonuçta bir hayat dolusu tahminden üç beş tanesi yanlış çıkmış olsundu - bir zararını görmemişlerdi.

Yirmi dakika sonra Jasper biraz tereddütle David'e belki de hayatında karşılaşmış olabileceği en büyük saçmalığı anlatıyordu. Üstelik bu kaçıncıydı; her defasında başka bir gün merhaba diyordu, en azından bu saate kadar kendine merhaba diyen şeyler artık başka insanların düşlerine girerek atlıyorlardı Jasper'ın önüne. Son iki ay içerisinde üçüncüydü bu; evet üçüncü farklı kişiydi benzer rüyaları gören...Korkutuyordu bir diğer taraftan; çünkü hep aynı şeyi gösteren rüyalardı bunlar. Farklı insanların ağzından duyuyordu aynı tuhaf şeyi; her defasında tüylerini ürperterek dinliyordu uyku masallarını onların.

"Sen yanlış düşünüyorsun Jasper" dedi David. Jasper'ın uzunca bir zamandır duymak istediği şeydi bu; Laplace'ın şeytanı ona hatalı olduğunu, yanlış yorumladığını söylüyordu. Tam bir şey söyleyerek sözünü kesecekken David devam etti: "Sanırım beni yanlış anladın. Bırak açıklayım: sen artık kontrol edemeyeceğin şeylerin sınırında geziyorsun. Düşün ki her şeyi doğru gördüler, ve doğru yorumladın. O zaman derdin ne senin ? Kör müsün be adam ?".

Hayal kırıklığı. David ona yanlış olduğunu değil, sadece eğer her şeye bu kadar inanıyorsa gereksiz yere kendini yorduğunu gösteriyordu. David devam etti: "A tabi ki doğru çıkmaması şansını da düşünmemiz gerekiyor; ancak bugün şanslı günün, sana o durumda da tamamen boşuna düşüncelerini bunlara verdiğini ispatlayacağım." Jasper her zamanki gibi gülümseyerek dinliyordu. "Bu düşüncelerinin yanlış olduğunu düşünürsen; zaten doğru olmadığını kabul etmiş olacaksın. Aslında her ne kadar sürüklenmek istemesen bile bununla yüzleşmek seni (vura vura) düzeltecek ve en sonunda bunların yanlış olabilme ihtimalini tahmin ederek - veya şu an için tahmin ettiğini sanarak- bundan tamamen kurtulacaksın. Üstelik senin kontrolün dışında gelişen şeylerin neler getirebileceğini asla bilemeyeceğin için en iyi şansını bu olarak görüyorum." Jasper kıkırdadı; açıklama tamamen bilimsel olmakla beraber sadece bir olasılığı içermiyordu. "Peki ya..." diyerek başladı Jasper. Sorunun yanıtı neredeyse tamamlanmadan geldi ve her zamanki gibi basitti: "işte onu bilemezsin!"

"Peki sen ne düşünüyorsun" diye sordu Jasper. "Senin fikrin ne ?"
Laplace'ın şeytanı birkaç kez derin nefes alıp verdikten sonra şöyle dedi: "Senin hakkında tahmin yapmayı sevmediğimi biliyorsun. O yüzden bu defalık bilmiyorum diyorum".

Telefonu kapatmadan önceki son 5 dakikada David ekledi: "bunu yazmanı istiyorum. Güzel bir anı olucak. Üstelik bugün epey başlık değiştirdik; ancak beni deşifre etme"
Jasper zevkle cevapladı: "kesinlikle seni deşifre etmem lazım; yoksa insanlar kim olduğunu bilmek isteyecekler".
"Hayır" dedi David. Hala sakin konuşuyordu aslında, ancak açık adresinin verilmesi fikri onu heyecanlandırmıştı.
"Merak etme, ben bir kılıf bulurum" dedi Jasper.

------------------------------------------

Special thanks to: improbable, Adam Fawer, David Caine, Jasper Caine.

Unutmadan: çok zor oldu yazması, her söylenen şeyden bir ima çıkmasın diye çok uğraştım; ama yine de tülü çekemediğimiz yerler oldu sanırım. Keyifliydi ama bu telefon sohbetlerini aktarma olayındaki rumuz kullanılma sıklığından yoruldum. Yarın bigün çıldırıp orda burda benim adım Mavi Domates diye gezmek istemiyorum =) Ve bu arada David hala Jasper'a bir tahmin borçlu!

14 Kasım 2009 Cumartesi

Söz verilen yazı.

Söz verilen yazı.

Dün gece sözünü verdiğim yazıyı yazdım efem okuyabilirsiniz. Onlar ki en iyi günlerimizi beraber yaşadığımız insanlardır; öl dese ölünür kan bağı olmayan kardeşlerdir. Dün akşam Mr. G ile sohbetimiz esnasında epey bir gülmüş olmamın akabinde kendisine konuşulanların bir bölümünü uygun bir dille anlatacağıma söz verdim. İster istemez bazı yerleri kesmek, ve biçmek zorunda kaldım, ancak yine de yazarken çok eğlendim; onun da okurken eğleneceğine eminim. Hadi sohbete:

Mavi Domates: Alo ?

Mr. G: Alo.

Mavi Domates: Naber abi ?

Mr. G: İyidir hocam, senden naber ?

Mavi Domates: İyi, iyi nolsun ya.

Mr. G:

Mavi Domates:

Mr. G: Şimdi bana yalan söyleme, direğe çıktın di mi lan ? :) Olm sana demedik mi o kadarına gerek yok diye, herşeyin bi ayarı vardır diye.

Mavi Domates: Ha işim yok direğe çıktım, olm çılgın mısın sen ya ?

Mr. G: Belediyeye dava aç. Ağlasınlar.

Mavi Domates: Gelip evi yıksınlar sonra :P

Mr. G: Ee daha başka napıyosun ?

Mavi Domates:

Mr. G: Olm senin sepetin dolmuş artık.

Mavi Domates: Ahahahhah. O nasıl oluyo öyle ?

Mr. G: Ya şimdi ağacı düşün. Meyva topluyosun sürekli. Eğer sabırla yavaş yavaş toplayıp yersen hem aç kalmazsın. Ama ağacı sulaman lazım.

Mavi Domates: Çiş yapabilirsin mesela köküne.

Mr. G: Tabi.

Mavi Domates: Eee, sonra ?

Mr. G: Ya şimdi düşün, eğer ağaca girişirsen, bi defada çok meyve toplarsın; ama ağaçın ebesine atlanır.

Mavi Domates: Tabi. Girişmiceksin ağaca. Yavaş yavaş :)

Mr. G: İşte kimisi girişiyo, kimisi de hiç beslemiyo ağacı.

Mavi Domates: Benim sepet nası doluyo peki abi ?

Mr. G: Toplamaktan.

Mavi Domates: Allasen ?

Mr. G: Tabi abi. Ama işte ağaç da önemli bi faktör burda.

Mavi Domates: Peki benim ağaç olmam gerekmiyo mu ?

Mr. G: O durumda da hiç meyven kalmadı sebil gibi dağıttın çünkü.

Mavi Domates:

Mr. G:

Mr. G: İşte sen şöyle düşünceksin hocam; kapalı çikolata kutusu.

Mavi Domates: Ahahhahhah, manyak herif. Nası yani =)

Mr. G: Ya bak işte, zamanı geldiğinde oha burasında fındık varmış diyosun.

Mavi Domates: Olm ambalajda yazmıyo mu fındıklı diye ?

Mr. G: Hayır, kapalı ambalajı falan sürpriz herşey.

Mavi Domates: İyi bakalım. Neyse abi sanırım kitlesel bir yanılma yaşayacağız. Ben dahil :-}

Mr. G: Salla onları boşver, bi de dalga mı geçiyosun benle ya, 7 yaşında insanlar (düzeltir) çocuklar var, anca onlar inanır bunlara. 14 yaşındakiler öyle mi bak bakalım…

Mavi Domates:

Mr. G: …Evet eşşek gibiydi o iğneler.

Mavi Domates: İşte geçen gün öğrendim ben de, aklıma hemen sen geldin hocam ya. Yıllar sonra çözdüm anlayacağın olayı.

Mr.G: Heheh.

Mavi Domates: Bitti di mi, bişi kalmadı yani ?

Mr.G: Ha bitti, bitti. Kalbe gidiyomuş da durdu işte ya.

To Mr. G: I humbly request a comment on this little chat.

10 Kasım 2009 Salı

En sonunda =D

En sonunda başardım. Her defasında bir yerlere vurduğum (sandalyelerin, masaların ayakları, sehpalar, kanepelerde parçalanan tırnaklar) ayaklarım bugün dayanamadı ve çatladı =) Evet evet, ayağımı çatlattım =D Niye gülüyosun manyak mısın diyebilirsiniz de, ayağım çatladı dediğim herkes maç mı yapıyordun deyince(hele bir de bunu futbolu değil oynamaktan izlemekten bile keyif almayan birine söylüyorlar); üstüne telefonda, hastanede, sağlık merkezinde de aynı şeyleri anlatınca artık insan yazarken gülmeye başlıyor. Hikayesini de anlatayım:
  • bugün 10 kasım olmasından ötürü anıtkabir'in önünden geçen servis yolu kapatılır.
  • bir adet Mavi Domates, bu yolun kapatıldığını görür, ve hayıflanır.
  • aynı Mavi Domates hayıflanadursun, okuluna ait servis yolun kapalı olduğunu görür ve beşevler istikametine döner (bu normalde izleyeceği yol değildir.)
  • Mavi Domates servisi kırmızı ışıkta yakalayacağına inancı tam olarak depar atmaya başlar.
  • İyi bir kısa mesafe koşucusu olan Mavi Domates tam servisi yakalayacakken sol ayağının iç bölümü, önceden bir elektrik direğini tutmakla görevli olan yerdeki 8-9 cm uzunluğundaki vidaya takılır.
  • Ayağının bir yerlere takılmasına, çarpmasına alışık olan er kişi okkalı bir küfür savurur; ancak daha bitmemiştir; çantasının sapı kopar.
  • İyiki de o çantanın sapı kopmuştur çünkü o kopan sapla beraber çanta Mavi Domates'i akan trafiğe düşmekten kurtarır.
  • Tabi akan trafiğin içerisinde Mavi Domates'in okuluna ait servis de vardır.
  • Okkalı küfürlere devam eden Mavi Domates son olarak ayağının ne kadar ağrıdığını ve basamadığını farkeder.
  • Ayağını çarpmaya alışık olduğundan, ayağının içinde olmaması gereken yumurta gibi bir şişlik sezer "eveeet sonunda çatlattık" diye gururla gülümser.
Hikayenin devamı da güzel aslında ama, şimdilik yeterli gibi geldi bana. Zaten ayağım ağrıyo =)

5 Kasım 2009 Perşembe

Şeker Cadı, Şeker Cadı, Şeker Cadı

Arkadaş, öyle bir anıyı dürttünüz ki gece gece, yarına sınavım olmasına rağmen işi gücü bırakıp yazı yazmaya başladım :) Evet küçükken böyle bişi vardı sonradan tabi ki "bloody mary" hikayesinden doğrudan alıntı olduğunu farkettim; ama o zamanlar çocukları oyalamak ve korkutmak için mükemmel bir kılıftı. Güya ayna karşısında üç kere şeker cadı derseniz bir cadı gelip sizi öldürmeye çalışırdı, bu hikayeyi olabildiğince gerçeklikte anlatabilen arkadaşlarımız bile vardı (o aynı arkadaşlar karşı barakalardan sesler yaratıp öğle tenefüsünde bütün okula korku salarlardı orası ayrı - yıllar sonra bir tanesi itiraf ederken bile kahkaha atıyordu - İlkokul hayatı eğlenceli geçmemiş olan yoktur tabi ki ama bizimki bir başkaydı gerçekten. Biraz da büyükşehirden uzak olduğundan üç taş, yerden yüksek, bezirganbaşı bizim en çok keyif aldığımız oyunlar olmuştu; üstelik okuldan eve evden okula yürüyerek giderdik. En mükemmeli de o yol üzerinde yaşanan küçük anılardır; serkan'ın kara saplanmasından tutun da servisin beni almayarak yarım metre karda bir saat yürümeme sebep olmasına kadar. Geçenlerde yazıyordum aslında ama yarım kaldı; Hale Bopp kuyruklu yıldızını (bir çok insan hala halley zanneder) da aynı yol üzerinde görmüştüm ilk defa; gökyüzünde şimdiye kadar gördüğüm en muhteşem şeydi desem abartı olmaz sanırım. O kadar çok kar yağardı ki karın altındaki toprağı çıkarabilmek için kardeşimle en az yarım saat kazmamız gerekirdi. (evet küçük eller ve ayaklar da yavaşlatıyor, ve o kadar kar varken neden insan toprakla oynar ki ?) sonra tabi eve gelip 2277 yi cevirip gizemi arayıp gizem bugün ödev neydi derdim =) canım arkadaşım beni hiç kırmaz kısa bir fırça attıktan sonra (arman yaz artık şunları yaa) hemen söylerdi, ben de "bu metinde geçen şu cümleyi açıklayınız" sorularına "tamam" yazıp ödevim bitti derdim =) pembe yolda bisiklet sürme maceralarımız da cabasıdır tabi ki olayın; serkanın ilk büyük boy bisikletini alıp (bisan marka bordo, ve oha ben bunu nasıl hatırlıyorum) ilk binme denemesinde düşüp kolunu bacağını kanatıp eve gitmesi gibi :D sonra serkanla beraber bu dağlarda terörist var mıdır düşünceleri, aynı zamanlarda kardeşimin de kutluyla beraber uzaylı arıyor olması =) denizin gıdıklandığında mosmor olup nefes alamaması, boğulmaya doğru gitmesi; tabiki vazgeçilmez olan inşaat gecesi :D (bu sonuncusu kesinlikle tekrar denenmemelidir, zira o günden beridir dünya kısa mesafe hız rekoru kesinlikle Usain Bolt'ta değil utkudadır. koşarak o yokuşu inen utkunun önünü kesen siyah araba filmlerden fırlamış bir kaçırma sahnesini akıllara sokmuşken; inen insanların "burda napıyorsunuz?" sorusuna "macera arıyoruz" cevabı vermem de tarihe geçmiştir (tabi bu arkadan gelen bembeyaz suratlı gizem pınar ve tuğberk in yüzlerine renk getirmeye yetmemişti.) Velhasıl kelam çok eğlenmiştik çok =) Son olarak da o günden sonra aynısının asla tat vermediği bir geceyi koyalım araya bir 10 yıl büyüme payı koyduktan sonra. Kocaman bir masalı bitirdik aslında, bir o kadar kocamanı da daha yeni başladı - ama bugünlük benden bu kadar: gidip biraz ders çalışmam lazım. Cheers =)


Ha bir de unutmadan insanları kısaca tanırsak:
Şarapçılar tabi ki hala şarapçı ;)
Bira içen arkadaş rakıyla alkol komasının sınırlarını zorluyor =)
Portakal suyu içen arkadaşın da artık süper bir top sakalı ve bonus saçları var.